Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağlamanın Sosyal İşlevi

 Geçenlerde kız kardeşimi izlerken, belki de üzerinde fazla durmadığımız ama insanlık tarihi kadar eski bir davranış biçimi üzerine düşünmeye başladım: Ağlamak . Onun bir olay karşısında nasıl hızla gözyaşlarına boğulduğunu, ses tonunun değiştiğini, yüz ifadesinin inceldiğini gördüğümde şunu fark ettim: Bu, sadece içsel bir duygusal boşalma değil, aynı zamanda çevreye verilen güçlü bir sosyal sinyaldi. Ve kendime şu soruyu sordum: Ağlamak neden var? Ne zaman ortaya çıktı? Hangi koşullar onu bu kadar vazgeçilmez kıldı? Bu denemeyi bu merak üzerine kaleme alıyorum.  Ağlamanın Evrimsel Kökeni ve Temel İşlevi Ağlamak, görünüşte basit ama evrimsel açıdan son derece özel bir davranıştır. Birçok hayvanın gözünden yaş gelebilir, ancak bu genellikle fizyolojik bir tepkidir, gözün temizlenmesi, tahrişin giderilmesi gibi. Özetle insan dışındaki hayvanlarda gözyaşı duygusal bir sinyal olarak kullanılmaz. Duygusal nedenlerle gözyaşı dökmek, yani görsel olarak duyguyu iletmek , yalnızca...
En son yayınlar

Siyasetin Psikolojisi

Toplumda kim olduğumuz, çoğu zaman neye inandığımızla değil, neye ait olduğumuzla tanımlanır. Bu aidiyet duygusu en belirgin hâlini ise siyasetle kurduğumuz ilişkide gösterir. Partiler yalnızca politik tercihler değil; aynı zamanda kimlik, değer ve güvenlik alanlarıdır. İnsanlar bir partiyi savunurken aslında bir yaşam tarzını, bir dünya görüşünü ve çoğu zaman kendilerini savunurlar. Siyasal kutuplaşmanın giderek keskinleştiği, düşüncenin yerini sadakatin aldığı günümüzde şu soruyu sormak kaçınılmaz hâle geliyor: İnsanlar bir partiye neden bu kadar sıkı bağlanır? Bu bağlılık ne kadar bilinçli, ne kadar sorgulanmış ve ne ölçüde bireysel iradeye dayanır? Bugün insanların siyasal tutumlarını açıklamak için birçok kuramsal yaklaşım mevcut: parti kimlik teorisi, sosyal kimlik kuramı, bilişsel şema teorileri, ahlaki temeller yaklaşımı, atıf kuramları, rasyonel tercih modelleri... Bu yaklaşımların her biri gerçeğin bir yönünü aydınlatır; fakat çoğu zaman dağınık kalır ve bireyin iç dünyasını ...

Kadınlar ve Erkekler Arasındaki Kutuplaşma

 Toplumun genelinde bir huzursuzluk hissi dolaşıyor. Bu huzursuzluk sadece ekonomik krizden ya da siyasal belirsizliklerden ibaret değil; insan ilişkilerinin temelindeki bozulmadan kaynaklanıyor. Kadın ve erkek arasındaki ilişki, belki de insanlık tarihinin en eski ve en kurucu bağıyken, bugün tam anlamıyla bir çözülme sürecine girmiş durumda. Cinsiyet kutuplaşması artık sadece bir sosyoloji terimi değil; gündelik hayatın, sosyal medyanın, hatta romantik ilişkilerin belirleyici zeminine dönüşmüş durumda. Bu yazı bir çözüm manifestosu değil. Kadın ve erkek arasındaki derin güvensizliği, empati eksikliğini ve karşılıklı anlam kaybını ele alarak bu yeni toplumsal fay hattını anlamaya çalışacak. Herkesin kendini mağdur ilan ettiği, ama kimsenin karşı tarafı anlamaya çalışmadığı bir çağdayız. Yalnızca sosyal medya tartışmalarında değil; akademide, gündelik diyaloglarda, hatta bireylerin iç dünyalarında bile bu kutuplaşmanın izleri sürülebiliyor. Bu yazı, hem bu bozulmanın nedenlerini ir...

Özgürlükten Metalaşmaya

Feminizm, modern çağın en etkili özgürlük hareketlerinden biri olarak tarihe geçti. Kadınların siyasal, hukuki ve ekonomik alanda erkeklerle eşit haklara sahip olmasını sağlama konusundaki katkıları inkâr edilemez. Özellikle bilim dünyasında, kadın bakış açısının sosyal bilimlere taşınması; iktisat, sosyoloji ve uluslararası ilişkiler gibi disiplinlerde egemen anlatıların yeniden değerlendirilmesini sağladı. Güvenlik, emek, değer, güç ve beden gibi kavramlar, bu sayede daha çok yönlü ve insani bir bakış açısıyla ele alınmaya başladı. Ancak zamanla, özellikle de kitleselleşmesiyle birlikte, feminist hareketin entelektüel iç tutarlılığı zayıflamış; tek yönlü varsayımlar ve kolaycı anlatılarla şekillenen bir ideolojik kalıba dönüşmüştür. Bu yazı, feminizmin tarihsel başarılarını reddetmeden; fakat onun eksik bıraktığı, görmezden geldiği ya da çelişkili şekilde konumlandırdığı noktaları sorgulamayı amaçlamaktadır. Feminist kuramın, toplumsal cinsiyet rollerinin sadece kültürel şartlanmalar...

Ahlakın İcadı

"İnsan öldürmek kötüdür.”, “Çalmak ahlaka aykırıdır.” , "Tecavüz en büyük suçtur.” Bu cümleler, hemen hemen tüm toplumlarda kabul edilmiştir. Günümüzde de insanlar bunların insan doğasına içkin, evrensel doğrular olduğunu kabul eder. Ancak bu kurallar her zaman ve her yerde aynı şekilde mi yaşanmıştır? Ya da bu ortak değerler aslında doğal eğilimlerin belirli tarihsel ve siyasal bağlamlarda yönlendirilmiş halleri olabilir mi? Evrimsel psikoloji bize, insanın grup içi dayanışma, empati, karşılıklılık ve zararlı bireyleri dışlama gibi eğilimlerle donatıldığını söyler. Ki bu durum bile evrimsel şartlandırmadan gelmiştir. Yine de bu açıdan bakıldığında ahlaki sezgilerimizin bazı yönleri evet, doğaldır. Ancak bu sezgilerin nasıl yorumlandığı, hangi davranışların “iyi” veya “kötü” sayıldığı, hangi suçlara nasıl cezalar verileceği, çok daha karmaşık bir tarihselliğe dayanır. Ahlak sadece içgüdüsel bir duygu değil; aynı zamanda güç yapılarıyla, iktidar ilişkileriyle, devlet aygıtla...

İyilik Bencilce Mi?

İnsanlar yardım eder, paylaşır, empati kurar. Peki gerçekten mi? Yoksa her iyilik, kendini garantiye alma içgüdüsünün bir tezahürü müdür? Bu soru, insan doğasını ve toplumun nasıl işlediğini anlamak isteyen herkesin karşısına eninde sonunda çıkar. Bu yazı, iyilik kavramının arkasındaki çıkar yapısını sorguluyor. Bildiğiniz üzere canlılar hayatta kalma şansını artırmak için gruplar, koloniler ve topluluklar oluştururlar. Tabi ki, bu durumdan insanlar da farksız değildir. Kimi fikirlere göre insanın bu doğal durumuna bakarak insanların doğuştan karşılıklı işbirliğine açık ve doğuştan iyi olduklarını söylerler. Kimi de bu fikirleri devam ettirerek, insanların ahlaki çöküntüsünü özel mülk, para ekonomisine geçiş ve kapitalizme kadar getirir.  Şahsen, insan doğasının salt iyiliğe açık olduğuna katılmasam da; kapitalizmin her şeyin metalaştırması sonucu var olan sınırlı empati ve dayanışma biçimlerini bile aşındırdığını, insanın insana yabancılaştığı, ilişkileri bile araçsallaştıran ahla...