Geçenlerde kız kardeşimi izlerken, belki de üzerinde fazla durmadığımız ama insanlık tarihi kadar eski bir davranış biçimi üzerine düşünmeye başladım: Ağlamak . Onun bir olay karşısında nasıl hızla gözyaşlarına boğulduğunu, ses tonunun değiştiğini, yüz ifadesinin inceldiğini gördüğümde şunu fark ettim: Bu, sadece içsel bir duygusal boşalma değil, aynı zamanda çevreye verilen güçlü bir sosyal sinyaldi. Ve kendime şu soruyu sordum: Ağlamak neden var? Ne zaman ortaya çıktı? Hangi koşullar onu bu kadar vazgeçilmez kıldı? Bu denemeyi bu merak üzerine kaleme alıyorum. Ağlamanın Evrimsel Kökeni ve Temel İşlevi Ağlamak, görünüşte basit ama evrimsel açıdan son derece özel bir davranıştır. Birçok hayvanın gözünden yaş gelebilir, ancak bu genellikle fizyolojik bir tepkidir, gözün temizlenmesi, tahrişin giderilmesi gibi. Özetle insan dışındaki hayvanlarda gözyaşı duygusal bir sinyal olarak kullanılmaz. Duygusal nedenlerle gözyaşı dökmek, yani görsel olarak duyguyu iletmek , yalnızca...
Toplumda kim olduğumuz, çoğu zaman neye inandığımızla değil, neye ait olduğumuzla tanımlanır. Bu aidiyet duygusu en belirgin hâlini ise siyasetle kurduğumuz ilişkide gösterir. Partiler yalnızca politik tercihler değil; aynı zamanda kimlik, değer ve güvenlik alanlarıdır. İnsanlar bir partiyi savunurken aslında bir yaşam tarzını, bir dünya görüşünü ve çoğu zaman kendilerini savunurlar. Siyasal kutuplaşmanın giderek keskinleştiği, düşüncenin yerini sadakatin aldığı günümüzde şu soruyu sormak kaçınılmaz hâle geliyor: İnsanlar bir partiye neden bu kadar sıkı bağlanır? Bu bağlılık ne kadar bilinçli, ne kadar sorgulanmış ve ne ölçüde bireysel iradeye dayanır? Bugün insanların siyasal tutumlarını açıklamak için birçok kuramsal yaklaşım mevcut: parti kimlik teorisi, sosyal kimlik kuramı, bilişsel şema teorileri, ahlaki temeller yaklaşımı, atıf kuramları, rasyonel tercih modelleri... Bu yaklaşımların her biri gerçeğin bir yönünü aydınlatır; fakat çoğu zaman dağınık kalır ve bireyin iç dünyasını ...