Ana içeriğe atla

Siyasetin Psikolojisi

Toplumda kim olduğumuz, çoğu zaman neye inandığımızla değil, neye ait olduğumuzla tanımlanır. Bu aidiyet duygusu en belirgin hâlini ise siyasetle kurduğumuz ilişkide gösterir. Partiler yalnızca politik tercihler değil; aynı zamanda kimlik, değer ve güvenlik alanlarıdır. İnsanlar bir partiyi savunurken aslında bir yaşam tarzını, bir dünya görüşünü ve çoğu zaman kendilerini savunurlar.

Siyasal kutuplaşmanın giderek keskinleştiği, düşüncenin yerini sadakatin aldığı günümüzde şu soruyu sormak kaçınılmaz hâle geliyor: İnsanlar bir partiye neden bu kadar sıkı bağlanır? Bu bağlılık ne kadar bilinçli, ne kadar sorgulanmış ve ne ölçüde bireysel iradeye dayanır?

Bugün insanların siyasal tutumlarını açıklamak için birçok kuramsal yaklaşım mevcut: parti kimlik teorisi, sosyal kimlik kuramı, bilişsel şema teorileri, ahlaki temeller yaklaşımı, atıf kuramları, rasyonel tercih modelleri... Bu yaklaşımların her biri gerçeğin bir yönünü aydınlatır; fakat çoğu zaman dağınık kalır ve bireyin iç dünyasını bütüncül olarak açıklayamaz. Oysa bir kişinin parti tercihi yalnızca ideoloji, çıkar ya da eğitim düzeyiyle belirlenmez; bunun ardında daha derin mekanizmalar bulunur: değer algıları, ahlaki özerklik düzeyi ve bilişsel ekonomi.

Bu yazı, siyasette parti bağlılığını bireyin ahlaki özerklik düzeyiyle birlikte ele alarak yeni bir tipoloji sunmayı amaçlıyor. Bazı bireyler için parti neden kimliğin yerine geçerken, bazıları neden partisini sorgulayabilir? Bu farkın kaynağını anlamaya çalışacağız.

Kimlik İnşası: Değer Nasıl Yaratılır?

İnsan zihni, sınırlı bilişsel kapasiteye sahip bir sistemdir. Günlük yaşamda sürekli olarak kararlar almak, verileri değerlendirmek ve anlamlandırmak zorundayız. Ancak bu süreç enerji ister; hem de fazlasıyla. Beyin, beden enerjisinin yaklaşık %30’unu tüketen en maliyetli organdır. Bu nedenle evrim, zihinsel işleyişimizi enerjiyi verimli kullanacak şekilde şekillendirmiştir.

Bu bağlamda, önyargılar ve şemalar aslında birer kusur değil, birer işlevdir. Zihin, her yeni durum ya da kişiyle karşılaştığında baştan analiz yapmak yerine daha önce oluşturduğu kalıpları devreye sokar. Yeni tanıştığımız birini hızla bir tipe benzetiriz; belli bir görüşü duyduğumuzda onu hemen belli bir ideolojik kutuya yerleştiririz. Çünkü anlamaya çalışmak, soru sormak, nüansları ayırt etmek bilişsel olarak maliyetlidir. Bu nedenle kararlarımızın çoğu aslında hızlandırılmış kestirmelerden oluşur.

Siyaset de bu zihinsel tasarruf alanlarından biridir. İnsanlar çoğu zaman parti programlarını dikkatlice incelemez, söylemleri uzun uzun analiz etmez. Bunun yerine, daha önceden oluşturulmuş değer yargılarına, kimlik şemalarına ve toplumsal yönelimlere dayanırlar. Bu noktada, bireyin yaşadığı çevre belirleyici hâle gelir: Aile, mahalle, okul, sosyal medya ortamı gibi faktörler bir değerler dizisi sunar ve birey bu dizinin içinde kendine bir yön bulur.

Ancak burada kritik bir unsur devreye girer: Birey, yalnızca çevresinden duyduğu değerleri pasif şekilde almaz; aynı zamanda bu değerlere tutunarak çevresinden onay, sevgi ve güvenlik kazanır. Özellikle çocuklukta, bireyin çevresindeki insanlara kendini kabul ettirme ve sevdirme ihtiyacı yüksektir. Bu nedenle birey, ailesinin değerlerini yalnızca öğrenmekle kalmaz, içselleştirir. Çünkü bu değerleri benimsemek, aynı zamanda kabul görmek anlamına gelir. Bu süreçte oluşan değer algısı, yalnızca bireysel değil; aynı zamanda sosyal bir varoluş stratejisidir.

İlerleyen yaşlarda birey, daha geniş bir toplumsal düzene entegre olurken, bu ilk değer sistemini genellikle taşır. Topluma karışmak, toplumun yazılı olmayan kurallarına uyum sağlamak anlamına gelir. Örneğin kibar olmak kanunlarda yazmaz ama toplumda daha hızlı kabul görmek için bir gerekliliktir. Birey bu davranışları, sosyal etkileşimlerde sorun yaşamamak ve daha kolay aidiyet kurmak için benimser.

Bu değerler zamanla bireyin “kimlik” dediğimiz yapısını şekillendirir. Kimlik, sadece bir inançlar bütününden ibaret değildir; aynı zamanda bireyin nerede durduğunu, kime ait olduğunu ve kimden farklı olduğunu belirleyen psikolojik bir sınırlar sistemidir. Ancak bu sistem çoğu zaman bireyin özgür iradesiyle değil, sosyal uyum ve kabul ihtiyacıyla şekillenir.

Bu nedenle, siyasal tercihler çoğu zaman bireyin içinde yetiştiği kimlik sisteminden etkilenir. Ancak bu, her seçmenin yalnızca kimliğiyle oy kullandığı anlamına gelmez. İnsanların önemli bir kısmı pragmatik gerekçelerle, özellikle ekonomik durum, hizmet kalitesi veya liderlik performansı gibi somut ölçütlere göre de tercih yapabilir. Yani parti tercihi, bazen bir aidiyetin uzantısıyken; bazen de stratejik, faydacı ya da geçici bir karara dayanabilir. Seçmen davranışı, bu nedenlerle tek bir açıklamaya indirgenemeyecek kadar çeşitlidir. Birey, kendisine en “yakın” partiyi seçerken çoğu zaman ideolojik bir değerlendirme değil, bir aidiyet hissiyle hareket eder. Çünkü parti sadece bir görüş değil, bir değer uzantısı, bir “biz” ifadesidir.

Ahlaki Özerklik: Kimlikten Ne Kadar Bağımsızız?

Bireyin siyasî tercihlerinde yalnızca ait olduğu sosyal kimlik değil, bu kimlikle kurduğu mesafenin niteliği de belirleyicidir. Bu mesafe, çoğu zaman “ahlaki özerklik” düzeyine bağlı olarak değişir. Ahlaki özerklik, bireyin kendisine sunulan değerleri sorgulama, yeniden değerlendirme ve gerekirse dönüştürme kapasitesidir. Bu yeti, bireyin düşünsel özerkliğini ve eleştirel reflekslerini yansıtır.

Önceki bölümde de vurguladığımız gibi, insanlar çoğunlukla başkalarının “doğru”larını içselleştirerek büyürler. Ailede, okulda, çevrede hangi değerlere sahip olunması gerekiyorsa, birey o değerlere tutunarak sosyal onay alır ve aidiyet hisseder. Ancak herkes bu değerleri aynı şekilde sorgulamaz. Eğer birey bu değerleri koşulsuz kabul ediyor ve üzerine kendi yorumunu, eleştirisini ya da farkındalığını eklemiyorsa, bu daha “katı” bir kimliğe işaret eder. Bu da ahlaki özerklik düzeyinin düşük olduğunu gösterir. Bu bağlamda, eleştirel düşünme, ahlaki muhakeme yapabilme ve değerleri yeniden anlamlandırma becerileri, bireyin siyasal tutumlarında ne kadar bağımsız ve yaratıcı olabileceğini belirler. Bu yetiler, bireyin hem kendi kimliğini sorgulamasını hem de toplumsal kimliklerle kurduğu ilişkide eleştirisel bir pozisyon almasını sağlar.

Bu düzey düştükçe, kimlik teorisinin öngördüğü gibi birey partisini sadece desteklemez, onunla özdeşleşir. Parti, bireyin kendi değerlerinin temsilcisi değil; doğrudan o değerlerin kaynağı hâline gelir. Kimi ne zaman savunacağını artık birey değil, parti belirler. Birey, eleştirel düşünmeden uzaklaştıkça partisiyle arasındaki bağ, kimliğin ta kendisine dönüşür.

Ancak ahlaki özerklik arttıkça, bu tablo değişir. Birey, partisini desteklese bile eleştirme hakkını saklı tutar. İhtiyaç duyduğunda, hem siyasi tutumlarını hem de değer algısını güncelleyebilir. Bu seçmen için parti bir amaç değil, araçtır. Eğer değerleriyle çelişirse, parti değiştirmek bir kimlik krizine yol açmaz; alternatif parti arayışına yönlendirir. 

Seçmenlerin parti değiştirmesi her zaman yüksek ahlaki özerklikten kaynaklanmaz. Bazen ekonomik nedenler, lider memnuniyetsizliği, adalet ve güvenlik kaygısı gibi somut faktörler, seçmeni tercih değiştirmeye zorlayabilir. Ama bu değişim bile çoğu zaman kimliğin içinden yürür. Örneğin sağcı bir seçmen sol partiye geçmek yerine başka bir sağ partiyi tercih eder; yani değerler sistemini terk etmez, alternatif yorumlarına yönelir. Bu da bize kimliğin, değişim anlarında bile önemli bir zemin olduğunu gösterir. 

Kararsız ve Çıkarcı Seçmenler

Seçmenlerin önemli bir kısmı siyasal tercihlerini aidiyet duydukları partiler doğrultusunda şekillendirir. Ancak bu bağ, her bireyde aynı yoğunlukta değildir. Bazı seçmenler için siyaset, yalnızca düşünsel bir alan değil; aynı zamanda çıkar, güvenlik, sosyal statü ya da aidiyetin arandığı bir zemindir. Bu bölümde, siyasal kararlarını daha esnek ya da kimlik dışı gerekçelerle belirleyen seçmen profillerine odaklanacağız.

Birçok seçim, sadık seçmenlerin davranışlarından çok, kararsız seçmenlerin eğilimleri tarafından belirlenir. Siyasetçilerin asıl stratejisi de bu dengeyi kendi lehlerine çevirmek; kararsız seçmeni ikna etmek ya da karşıt bloğun içini parçalayacak söylemler geliştirerek karşı tarafı zayıflatmak üzerinedir.

Kararsız seçmen, çoğu zaman siyasetteki kesin kutuplaşmalara mesafeli duran ve seçim dönemlerinde tercihlerini netleştiren bir gruptur. Bu seçmenlerin ahlaki özerklik düzeyleri çok çeşitli olabilir. Bir kısmı, siyasal gelişmeleri yakından takip eder ve partileri eleştirel süzgeçten geçirir. Bu bireyler kimlikten çok, gündemdeki somut politikalar belirleyicidir.

Öte yandan pek çok kararsız seçmen, siyaseti takip etmeyi bilişsel olarak maliyetli ve yorucu bulduğu için apolitik bir tutum benimseyebilir. Haberleri izlemez, siyasi tartışmalardan uzak durur ve yalnızca seçim dönemlerinde oy verir. Yani siyaset onun için bir düşünsel alan değil; yalnızca sonuçları hissedilen ama analiz edilmeyen bir zemin olabilir. Bu bireyler için siyaset karmaşık, yorucu ve çoğu zaman yabancı bir alandır.

Kararsız seçmenlerin yanı sıra bir başka seçmen tipi daha vardır: çıkar odaklı, pragmatist seçmen. Bu bireyler siyasal tercihini ideolojik yakınlıktan çok kişisel fayda üzerinden belirler. Bir belediyede işe girmek, imar izni almak, sosyal yardımlardan faydalanmak ya da iktidarla iyi geçinmek gibi gerekçelerle oy kullanabilirler. Bu seçmen için partiye sadakat, gerçek bir aidiyet değil; geçici bir çıkar ilişkisine dayanır. Partiyi benimsemese bile, partinin gücünden faydalanmak amacıyla destek verebilir.

Bu seçmen gruplarının ortak özelliği, siyasal kararlarını sabit bir kimlik sadakatine değil, ya somut gerekçelere ya da çıkar beklentilerine dayandırır. Bu kişiler ya güçlü kimlikler inşa edemedikleri için ya da kimlik inşa sürecinde somut gerçeklere dayalı bir görüş gerçekleştirdikleri için somut ve gündelik olaylardan çok daha fazla etkilenirler. Gidişata göre oy kullanırlar bu yüzden seçimlerde belirleyici grubu oluştururlar. 

Sonuç

Siyasal tercih, yalnızca ideolojik yönelim ya da ekonomik çıkarla açıklanamaz; bireyin değer dünyası, kimliğiyle kurduğu mesafe ve düşünsel özerkliği bu tercihi biçimlendirir. Kimi birey için parti, benliğinin ayrılmaz bir parçası hâline gelir; kimi içinse sorgulanabilir, geçici bir araçtır.

Ahlaki özerklik arttıkça, birey partisine karşı daha eleştirel ve esnek olabilir. Kimliğe sıkı sıkıya bağlı olmayan seçmenler - kararsız ya da çıkar odaklı olanlar - siyasal alana daha akışkan biçimde katılır; bu da onları seçimlerin kaderini belirleyen önemli bir grup hâline getirir.

Seçmen davranışı, tek bir modelle açıklanamayacak kadar çok katmanlıdır. Parti tercihi, yalnızca bir oy verme eylemi değil, bireyin kendini nasıl konumladığını ve neye ait olduğunu da gösterir. Bu yüzden siyaseti anlamak, yalnızca güç ilişkilerini değil, insan zihninin karmaşıklığını da anlamaktan geçer.

Okuma Önerisi:

David Patrick Houghton, Siyaset Psikolojisi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çin Tarihi - 6 ( Tang Hanedanı )

Tang Hanedanı (618-907) Tang Hanedanlığı, Han gibi Çin'in altın dönemlerinden biridir. Tang Hanedanı, Sui'lerin ve İmparator Wen'in bıraktığı miraslar ve kurumlar ışığında Çin tarihinin ikinci büyük emperyal gücü oldu. Tang Hanedanı devraldıkları kurumları daha da geliştirerek zirve noktasına ulaştırdı, Tang döneminde geliştirilen kurumların ve kültürel ilerlemelerin, hala günümüz Çin'inde etkisini gözlemlemek mümkündür. Tang Hanedanı ve Komşu Ülkeler Tang Hanedanlığının Yükselişi Uyguladığı politikalarla ülkeyi ekonomik iflasa sürükleyen Sui Hanedanının 2. İmparatoru Yang'ın suikasta uğramasının akabinde Sui Hanedanlığı parçalanma dönemine girdi. Her vilayette kendi hakimiyetini kurmaya çalışan askeri önderler ortaya çıktı. Bunlardan biri de Tang Dükü Li Yuan'dı. Başarılı bir komutan ve stratejist olan Li Yuan, başkenti ele geçirdi ve Sui Hanedanlığına son verdi. Tang Hanedanlığını kurarak Gaozu adını alarak imparator oldu. 621'de Çin'in doğusunu, 624...

Özgürlükten Metalaşmaya

Feminizm, modern çağın en etkili özgürlük hareketlerinden biri olarak tarihe geçti. Kadınların siyasal, hukuki ve ekonomik alanda erkeklerle eşit haklara sahip olmasını sağlama konusundaki katkıları inkâr edilemez. Özellikle bilim dünyasında, kadın bakış açısının sosyal bilimlere taşınması; iktisat, sosyoloji ve uluslararası ilişkiler gibi disiplinlerde egemen anlatıların yeniden değerlendirilmesini sağladı. Güvenlik, emek, değer, güç ve beden gibi kavramlar, bu sayede daha çok yönlü ve insani bir bakış açısıyla ele alınmaya başladı. Ancak zamanla, özellikle de kitleselleşmesiyle birlikte, feminist hareketin entelektüel iç tutarlılığı zayıflamış; tek yönlü varsayımlar ve kolaycı anlatılarla şekillenen bir ideolojik kalıba dönüşmüştür. Bu yazı, feminizmin tarihsel başarılarını reddetmeden; fakat onun eksik bıraktığı, görmezden geldiği ya da çelişkili şekilde konumlandırdığı noktaları sorgulamayı amaçlamaktadır. Feminist kuramın, toplumsal cinsiyet rollerinin sadece kültürel şartlanmalar...

Çin'in Küreselleşmesi ve Sonrası 1 - İleri Atılım

 Çin bilindiği üzere yıllarca komünizm ile yönetilmiş, bugün de dahil adı Çin Komünist Partisi olan tek partili bir rejim tarafından yönetilen bir ülkedir. Fakat parti aynı olsa bile Komünist Çin'in kurucusu olan Mao'nun ölümüyle birlikte, ülkenin çehresi 1978'den bu yana oldukça değişmiştir. Mao iç savaş sürecinde, ülkenin Japon işgaline karşı merkezi hükümetle birlikte işgale karşı direniş göstermiş olsa da merkezi hükümetin işgal sırasında zayıflamasından faydalanmış ve Sovyetlerin de desteğini alarak savaş sonrası 1949 yılında Tayvan dışında ülkeyi komünist bir rejim etrafında birleştirmeyi başarmıştır. Ancak Sovyetlerle birliktelik kalıcı olmamış, Mao müteakiben yeni Sovyet lideri Kruşçev'in emperyalistlere karşı yumuşak tavrından ve Sovyetlerin, Tibet işgalinde Çin'e destek vermemesinden dolayı Sovyetlere olan inancını kaybetmişti. Sovyet modelinden giderek uzaklaşarak kendi kafasındaki komünizmi uygulamaya geçirmeye çalıştı. Çin'in Tayvan üzerinde agresif...