Geçenler de aseksüellikle ilgili bir belgesel izledim. Belgeselde aseksüel, gri-seksüel, demi-seksüel, aromantik... gibi kavramlara yer verildi. O kadar geniş bir şemsiye altında sunulmuştu ki, izlerken kendi kendime gülerek “Sanırım ben de bu kategoriye dahilim” dedim. Peki, neden insanlar bu kadar mikro kimliğe ihtiyaç duyuyor ya da doğrudan kendini diğer insanlardan ayrıştırma ihtiyacı hissediyorlar? Ortalamadan sadece biraz farklı olmak neden tahammül edilebilir değil? Belgeselin bitiminde bana düşürdüğü şey bu oldu ve bu konuyu denemeye almaya karar verdim.
Aseksüellik denince aklıma - büyük ihtimal sizinde - cinselliğe hiçbir koşulda ilgi duymayan kişiler geliyordu. Fakat belgesel sanki buna tamamen karşı bir içerik olarak kurulmuş gibiydi. İronik olarak belgeselde kurulan aseksüellik şemsiyesine beni de dahil etmişti. Belgeselde kişisel bağlantı kurduğum şey benimde romantizmi sürekli talep etmememdi. Romantizmi çoğu zaman duygulardan uzak formaliteler olarak görüyorum - özellikle çoğu formalitenin reklamlardan geldiğini düşünürsek. Bazen sessizce bakışmak bana çok daha romantik ve duygusal geliyor.
Belgeselde bahsettiği gibi cinsel muhabbetlerden de hoşlanmam. Bunun nedeni cinselliğin içkin doğasına karşı ilgisizliğim değil. Erkekler arasında dönen cinsel muhabbetler statü kazanmanın bir amacıdır. Çünkü erkeğin değeri başarısıyla, başarısı da eriştiği dişi sayısıyla paralel olarak gözükür. O yüzden erkekler cinsel ilişkilerini anlatmaya meraklıdır. Diğer yandan kadınlar arasında dönen "kimin yazdığı" ya da "kimin beğendiği" tartışmalar da benzer bir amaca hizmet eder. Kadınların da değeri toplumsal olarak güzellik değeri ile ölçüldüğünden, bir kadının aldığı ilgi ve onaylar bu değeri perçinler. Bu tartışmaları toplumsal statü kazanmanın bir parçası olarak gördüğüm için bana dair pek bir şey katmadığından pek ilgilenmem açıkçası.
İnsan doğası veyahut libido standart paket halinde gelmiyor. Bilakis insan doğası çeşitlidir. Çeşitlilik hayatta kalma şansını artırmak için evrimleşmiştir. Ortalamadan biraz daha az libidoya sahip olmak; sizi farklı bir kimlikle sosyal olarak görünür yapma hakkı verir mi? Kısa boylu erkekler veya kel erkekler demi-romantik erkeklerden - yani ben :) - açıkça daha dezavantajlı bir konumda. Peki, bu gruplar bir kimlik altında birleşip elimizde olmayan şeyler hakkında yargılanamayız, toplumun güzellik algısına karşıyız, eşit cinsel erişim istiyoruz diyorlar mı? Peki onlar için de mikro kimlik spektrumları mı yaratalım? “Gri-kel”, “yarı-kel”, “estetik-kel” gibi? Bu kulağa saçma geliyor ama cinsel yönelimlerde yaptığımız şeyin mantığı temelde bu. LGBT+ topluluklar, toplumda az olmanın dezavantajından dolayı cinsel yönelimleri sulandırarak daha kapsayıcı bir kimlik inşa etmek ve bu sayede kapsam alanını genişleterek toplumsal meşruiyetini artırmaya çalıştığını tahmin edebiliriz. Benim amacım LGBT+ haklarını eleştirmek değil, belgesel sonrası kafamda canlanan sorunları net bir şekilde ortaya koyarak insanların neden bu kadar fazla kimlik tercih ettiğini anlamaktır.
Benzer şeyleri Instagram reelslerinde de görmüştüm. Bir kadın, ince telli kadınların sorununu anlatıyor. Fakat bu bilinçlendirme çerçevesinde değil, ajite edilerek anlatılıyordu. İnsanların en ufak farklılıklarını bile sosyal vitrin olarak sunabilmesinden etkilenmiştim. Mesela, saç derilerinizden kaynaklı malassezia mantarları daha kolay ürüyebiliyor olsun. Bu sizde ortalamadan daha fazla kepek sorunu yaşamanıza neden olur. Lakin, bu durumu sosyal olarak daha fazla görünür kılmak için muhtemelen kullanmazdınız.
Günümüzde küreselleşme ve bireyselcilik, “ben kimim?” sorusunu her zamankinden daha merkezi hale getirdi. Eskiden kimliğimizin önemli bir kısmını aile, mahalle, meslek ya da din gibi büyük toplumsal yapıların verdiği roller belirlerdi. Fakat bu kolektif çerçeveler çözülüp çeşitlendikçe, kimliğimizi tamamen kendi başımıza inşa etmemiz gerekti. Böyle olunca da, elimizdeki en küçük farklılık bile bir “özgünlük kanıtı” olarak değer kazanmaya başladı.
Herkesin "özel" ve "farklı" olması gerektiği algısı, bireyi diğerlerinden ayrıştırmaya ve değer yaratma baskısına sokuyor. Eski büyük kimlikler anlamını yitirdikçe, kendimizi satabileceğimiz, aidiyet hissedebileceğimiz en küçük gruplara bile ilgi gösterir olduk. Dolayısıyla, "sıradan olmayan her şey" özellikle sosyal medya aracılığıyla potansiyel bir kişisel marka unsuru haline dönüşüyor. Ayrıca mikro kimlikler, kendimize görünmez sınırlar çizerek konfor alanları oluşturuyor. Hem kendimize satılabilecek yeni bir değer yaratıyoruz, hem de hayatımızdaki "eksiklikleri" anlamlı bir kalıba sokarak içselleştiriyoruz.
Mikro kimliklerin amacı iyi anlaşılmalı: Toplumsal görünürlük ve hak talebi mi? Yoksa sosyal vitrin ve bireysel onay ihtiyacının yeni bir formu mu? Her şeyin kimlikleştiği bir dünyada, asıl mesele farklılıklarımızı anlatmak değil, bunları ne için anlattığımızı sorgulamak olmalı. Nitekim, kimliklerimiz bizi tanımlamaktan çok, bazen bize pazarlanıyor olabilir!
Yorumlar
Yorum Gönder