Kapitalizmin filizlenmesiyle birlikte 16.yy-20.yy kadar en hızlı büyüyen bölge Avrupa oldu. Avrupa ekonomik alanda kurduğu hegomanyayı kültürel anlamda da destekli. Dünya ekonomik anlayışını değiştirdi ve diğer medeniyetlerinde buna uyum sağlamasını zorladı. Bazı Avrupalı tarihçiler ve toplum bilimciler Asyalıların geri kalmasını, özel mülk hassasiyetinin olmaması, bürakrosinin gelişememesi ve değişimden yoksun olma gibi "Doğu Despotluğu" olarak adlandırılan nedenlere bağladılar. Ancak öte yandan tarihte Asya, ekonomik olarak çoğu zaman Avrupa'dan daha üstündü. Bu denklem kapitalizm ile değişmeden önce hem nüfus hem ekonomik olarak Asya hegoman olan taraftı. 1000 yılında Çin'in kişi başına geliri Batı Avrupadan 2 kat daha fazlaydı. 1500 yıllarında kişi başına gelirde Avrupa, Asyayı geçmeyi başarsa da nüfus olarak Asya, Avrupa'dan 3.5 kat daha fazlaydı. Bundan mütevellit, dünyadaki üretimin neredeyse 3/2'si Asya'da gerçekleştiriliyordu.
Çin
Çin uygarlığı sarı nehir boyunca kurulmuştur. Çinlilerin tarihteki ilk mücadelesi sarı nehiri ehilleştirmek içindir. Muson iklimine bağlı olan bölgede, ani hızlı yağışların sonucu sarı nehir taşıyor ve etrafındakilere zarar veriyordu. Çinliler büyük barajlar yapmaya çalışsa bile yeterli olmuyordu. Çinliler, sarı nehiri rahatlatmak için büyük kanallar yaptılar. Bu kanalları inşa edebilmek için diğer gruplarla ortak çalışmak önemliydi bu da Çin'de planlama ve ilk bürokrasinin doğmasına sebebiyet vardı. Büyük kanallar sayesinde Çin, hem mühendislik olsun hem de sulamacılıkta baya bir gelişme yaşadı. Çin ekonomisinin çoğunu tarım oluşturuyordu. Tarıma bağlı topluluklarda nüfus artışı önemlidir çünkü ırgat sayısı arttıkça aile o kadar rahatlar ve daha fazla mahsul toplayabilir. Çinlilerin temel besin kaynağı pirinçti. Pirinç besin değeri yüksek bir gıdadır bu yüzden nüfus artışını destekleyebilmiştir. Çinliler gübrelerinin verimliliğini arttırarak, sulama imkanlarını geliştirerek, daha hızlı büyüyen fidanlar geliştirerek ve çiftçilere tarımsal teknikleri öğreten kitapları dağıtarak yüksek zirai bir verime ulaştı hatta o dönem için en ileri tarım teknikleri Çin'de bulunuyordu desek yeridir. Yüksek zirai verim elbette nüfus artışının çok daha hızlı şekilde artmasına neden olurken, aynı zamanda Çin ekonomisinin gelişmişliğini gösterir. Tarımdaki bu ilerlemeye karşılık, hayvancılık Çin'de pek yaygın değildi, genellikle kümes hayvancılığı ve domuz yetiştiriciliği tercih edilirdi. Çinliler çok az et tüketir, süt ve süt ürünleri neredeyse hiç tüketmez ve elbiselerini yünden değil, Çin'de üretimi yaygın olan pamuk ve kendir gibi bitkisel elyaflardan yapılırdı. Zengin sınıf ise ipeği tercih ederdi. Çinli çiftçiler neredeyse tüm köyün ulaşabildiği pazarlarda zanaat işi de yaparlardı. Bronz işçiliği gelişmişti, tarihteki ilk ipek dokumacılığı Çin'de gerçekleşmişti ve ipek yolu aracılığı ile Batı'ya ihraç ediliyordu. Bu sayede ticarette çok erken bir dönemde Çin'de gelişmişti. Çin'de devlet ticaretin gelişmesi için liman ve deniz fenerleri gibi altyapı harcamaları da yapıyordu.
Çin teknolojide de büyük bir üstünlüğü vardı. Avrupa'da Şarlman ilk standart gümüş parayı çıkardığında, Çin'de kağıt paralar yürürlükteydi. Kağıt, barut, matbaa ve pusula gibi icatlar da Çin'de icat edilmişti. Güney Çin'de Song döneminde madencilik inanılmaz bir gelişme göstermişti. Çıkartılan bronz, gümüş ve demir öyle bir miktara ulaşmıştıki eğer kok kömüre geçilmeseydi, bu üretimi karşılamak için bütün ormanların heba olması gerekirdi. Moğol istilası (100 yıldan fazla sürmüştür) sonrası Çin'de gelişim yavaşlasa bile Ming hanedanlığında tekrar toparlamıştır. İmparator Yung-lo önderliğinde ve Zheng He amiralliğinde Çin gemicilikte de büyük bir atılım yapmıştır. Hint okyanusana 7 sefer düzenlenmiş ve Madagaskar adasına kadar keşif yapılmıştır. Kore ve Japonya deniz gücü ile Çin'e kültürel olarak daha sıkı bağlanmıştır. Bu seferlerin ekonomik getirisi yoktu, daha çok Çin egemenliği pekiştirmek için yapılıyordu.Çin konfüçyusçuluktan dolayı hep içe dönük bir uygarlıktı. Çinli aristokratların hem maliyetten hemde konfüçyusculuk geleneğinden dolayı karşı çıkması bu seferleri bitirmiştir ve zamanla donanmanın çoğuda terhis edilmiştir. Bu Çinlilerin çok daha içine kapanmasına ve dışarıdaki gelişmelere daha uzak kalmasına sebebiyet verdi. Çin tarih boyunca hep büyük bir uygarlıktı ve kendisine bir rakip görmüyordu. Bu da Çinlilerin tarih boyunca en büyük zaafiyetleri olmuştur. İngilizler, Afyon savaşında Çinlileri yenene kadar bu üsten bakış devam etmiştir.
Japonya
Japonya ekonomik olarak Çin'e çok benzerdi. Tarım başlıca ekonomiydi ancak Japon topraklarının yalnızca %23 tarıma uygundu. Ülkenin 3/2'si dağlardan oluşuyordu. Bu yüzden Çin'e göre oldukça kısıtlı bir tarım arazisi olduğunu söylebiliriz. Japonya'nın şekillenmesinde diğer önemli etki Çin etkisidir. Çin o dönemin süper gücüydü ve etrafındaki ülkeleri kendilerine bağımlı hale getirirdi aynı zamanda Çin'in etrafındaki ülkeler yüksek bir kültürel emperyalizme maruz kalırlardı. Japonya'nın alfabesinden tutun da Budist inancına kadar Çin etkisi altında adaya yerleşmiştir. Japonya'da Çin etkisine rağmen kurumlar ve yönetim şekli Çin'den farklı olarak Avrupa feodalizmine yakın şekilde seyretmiştir. Japonya'da iki tane ana güç merkezi vardı. Şinto geleneğine bağlı ve soyunun Güneş tanrıçası Ameterasudan geldiğine inanılan İmparatorluk hanedanı ve feodalizme oldukça benzeyen klanların liderleri Shogunlar. Shogunlar, İmparatorluğun manevi gücüne kırabilmek için Budizmi desteklemişlerdir. Bu Shogunlar ve İmparatorluk hanesi sürekli güç çekişmesi içinde olmuş ve zaman zaman güç ibresi bir taraftan diğer tarafa gidip gelmiştir. Çin'de olduğu gibi etkin bir bürokrasiye ve seçkin eğitimli bir sınıftan noksan olan Japonya teknolojik olarak geri ve Çin'e bağımlı olmuştur. Siyasi birliğini de çok geç tamamlayan Japonya, kendisini yukarı çıkartacak kurumların ve reformlarının da çok geç tarihte oluşmasına neden olmuştur.
Hindistan
Hindistan ekonomisi de Çin gibi tarıma bağlıydı. Benzer iklim koşullarına sahip bölgede, Hindistanı Çin'e göre sıradışı yapan kast sistemiydi. Kast sisteminde din adamlarının en tepede olduğu arkasından sırasıyla askerlerin, tüccarların ve çiftçilerin geldiği en alt tabakada işçi, hizmetkar sınıfı vardı. Kast sisteminin ilk kez Orta Asya'dan gelen Aryanların, nüfusu kendilerinden kat ve kat daha fazla olan coğrafyayı yönetmek için oluşturdukları düşünülüyor. Daha sonrasında bölge Müslümanların ve Türk-Moğol idaresi altına girmiş ve kast sistemi Hint topluluklarını yönetmek için kullanılmıştır. Hintliler kast sisteminden dolayı sıkı bir hiyerarşik yapı içerisinde idi ve bu gelenek Hintlileri daha itaatkar yapıyordu. Yöneticiler halktan büyük vergiler alıyordu ve zirai verim de oldukça düşüktü. Hindistan'ın ana ekim kaynağı pirinçti. Daha kurak bölgelerde ise buğday ve arpa yetiştiriliyordu. Hindistan gelir dağılımı en bozuk bölgelerden biri idi. Bu sebeple önemli bir zengin sınıf oluşmuştu bu da lüks tüketimi teşvik ediyordu. Lüks tüketim zanatkaarlığın gelişmesine katkıda bulundu. Dokumacılık oldukça gelişmişti. Hint kumaşı, yarımadaya İngilizlerin ayak basıp kendi kumaşlarını dayatmasına kadar dünya ticaretinde önemli bir yere sahipti. Hindistan baharat yolunun da başlangıç yeriydi. En önemli ihraç kalemi kumaş, baharat ve karabiberdi. Karabiberin de o zaman için çok lüks bir tüketim olduğunu söyleyelim. Hindistan bu ihraç kalemleri ile oldukça fazla ticari fazla veriyordu buna karşılık yüksek miktarda gümüş ve daha az olacak şekilde altın alıyorlardı. Hindistan'da üretimi yetersiz olan gümüş, para basımı için kullanılıyordu. Hindistan da tarih boyunca hep zengin bir yer olmuştur ancak bu zenginlik halk ile paylaşılmamış, tabii oldukları devletleri de bir o kadar zengin olmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder