Bu üç kişiyi incelemek istiyorum çünkü üçü de aşağı yukarı yakın dönemde yaşamış ve toplumlarını birbirlerinden çok farklı şekilde şekillendirmişlerdir.
Sidarta bu monoton hayatından bıktı. Zenginliği onu acı çekmekten, hastalıktan ve yaşlanmaktan kurtaramadığının farkındaydı. Bu sebeple temel sorulara yöneldi. Hayat niçin var? Hayatın amacı nedir? Yeni doğmuş tek çocuğunu ve karısına bırakarak, bu sorularının cevabını aramak için tek başına sarayı terk etti. Dışarıda insanların sefaletine ve kötü durumlarına tanıklık etti. 6 yıl boyunca kuzey hint ormanlarını dolaştı. Ünlü din adamlarıyla bir ara geldi, onların öğretilerini dinledi ve uygulamaya çalıştı ancak aradığı şeyi bulamadı. Bu arayış içerisinde büyük bir incir ağacına rastladı. Aradığı şeyi bulana kadar bu ağacın dibinde kök salmaya yemin etti. Kendi iç sesine odaklandı ve derin düşüncelere daldı. Efsaneye göre bu ağacın altında 49 gün 49 gece kaldı. Yaptığı meditasyonlar sonucu yavaşça dünyadaki dikkat dağıtan şeylerden kurtuldu ve ruhunu özgürleştirdi. Budaizme göre mutluluk, dünyadan uzaklaşarak kendine odaklanarak gerçekleştirilebilir ve Sidarta bu yolla ilk nirvanaya ulaşan kişi oldu ve Buda ismiyle anılmaya başlandı. Meditasyon yaptığı ağacın yanına tapınak yapıldı. Bodh Gaya bu sebeple Budistlerin Mekke, Kudüs ve Roması gibidir.
Konfüçyüs ailesi tarafından iyi bir eğitimle geçirildi, çok küçük yaşta okuma ve yazma öğrendi daha sonrasında bürokraside görev alan, bir derebeyin altında memur olarak işe başladı. Konfüçyüs Çin'in sıkıntılı bir dönemine denk gelmişti, kaos hakimdi ve parçalanma başlamıştı. Konfüçyüs'ün ana amacı toplumu düzene sokmaktı. Toplumun çürümüş olduğunu ve toplumu eski ideal düzene geri getirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ona göre saygı olmadan insanlar hayvandan farksızdır, bu yüzden insanların birbirine saygı göstermesi gerekiyordu, kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmaman gerekti, toplumun çıkarları bireylerin çıkarından üstün olmalı ve sükuneti ve huzuru başa koyan çatışmadan kaçınan bir ahlak anlayışı ortaya koymuştu. İnsanlara erdemli olmaya çağırıyordu. Çalıştığı devlet kurumunda amirin, fahişelerle fazla ilgilenmesi ve işlerini aksatması üzerine görevinden istifa etti. Ona göre değişim en tepeden, yöneticilerden başlamalıydı. Tek tek köyleri dolaştı, insanlara kendi düşüncelerini anlattı ve onlardan destek istedi daha sonrasında kendi okulunu kurdu ve bu uğurda eceliyle can verdi. Öldükten sonra talebeleri onun öğretilerini kitaplaştırdı ve canlı tuttu eğer ki kitaplaştırılmasaydı belki de Konfüçyüs amacına ulaşamayabilirdi. O dönemlerde eğitimli bir Çinlinin geleneksel kurallar olarak yaklaşık 4000 tane kural bilmesi gerekliydi. Konfüçyüs bir düşünce sistemi geliştirdi ve en alt tabakanın da anlayabileceği bir standartize yarattı. Erdemli bir insan nasıl olmalı veya iyi bir yönetici nasıl olmalı, net bir resim çizebilmişti. Toplum tarafından öğretiler benimsendikçe Çinli hükümdarlar da Konfüçyüsün öğretilerini benimsedi ve daha sonrasında doğu toplumların önemli bir kısmını etkisi altına aldı. Çin iç politikasından dış politikaya kadar Konfüçyüs'ün öğretileri referans alındı. Çin, Mısır gibi doğaya meydan okuyan ve onu anlamaya çalışan bir medeniyetti. Mısırlıların Nil'e yaptığı gibi, Çin'de Do yo, Sarı Nehiri ehilleştirmişti ve Çin medeniyeti sarı nehir üzerinden gelişmişti. Bu ortak hareket edebilmeyi ve planlamanın önemini ortaya çıkarmıştı bu sebeple Çin'de her zaman güçlü bir bürokrasi vardı. Konfüçyüs'la beraber bürokrasi daha sistematik hale geldi ve daha etkin bir güce ulaştı. Çin, bürokrat adayları sınavlara tabii tutuyordu ve her aday Konfüçyüs'ün öğretilerinden sorumluydu. Modernleşme ile beraber Konfüçyüs'ün öğretileri bir miktar aşınmaya uğrasa bile bugün bile doğu toplumlarında etkisi çok yüksektir ve derslerde okutulur.
Sokrates Atina'da yaşayan bir filozoftu. Atina'da dünyadaki ilk demokrasinin uygulandığı yerdir ve Sokrates dönemine göre pek de tarihi olmayan bir uygulamaydı. Sokrates her şeyin sorgulanabilmesini istiyordu. Kendi benzetmesiyle toplumu at, kendisini at üstündeki sinir bozucu sinek olarak görüyordu. Sokrates demokrasiye de sert sorgulamalar ve eleştiriler getirmişti. Eski güçlerini geri kazanmak isteyen aristokratlar ve demokrasi karşıtları Sokrates'in etrafında toplanmaya başlamıştı. O dönemki yöneticiler bunu çok da köklü olmayan demokratik rejimlerine karşı bir tehdit olarak algıladılar ve Sokrates yargılandı ve az farkla idam edilmesi kararlaştırıldı. Sokrates çok rahat idam hükmünü sürgünle değiştirebilirdi ama o düşünceleri gibi aykırı olmayı tercih etti ve prensipleri uğruna ölmeyi seçti.
Konfüçyüs düzeni korumak, itaat ve toplum gibi olguları öne alırken Sokrates tam tersini seçti. Ona göre toplum da düzen de eleştirilebilmeliydi. Küstah ve eleştirel olmayı seçti. Bu iki yaklaşım doğu ve batının da temel farklarını ortaya koydu. Batı da bireyselcilik, özgür teşebbüs gibi fikirler gelişirken, doğu da her zaman planlamacılık ve kamu ön planda oldu. Budaizm hiçbir zaman tek başına hakim görüş olamadı çünkü dünyevi olmaktan çok uzak bir görüştü. Gittiği yerlerde o toplumun hakim görüşü ile sentezlendi. Çin'de Konfüçyüzmle, Japonya'da Şintoizmle eklemlendi.
Yorumlar
Yorum Gönder