Günümüzde küreselleşmenin doruğunu yaşıyoruz. Sovyetler birliğinin dağılması ve tek güç olarak Amerika'nın var olması, kendi ideolojisini bütün dünyaya dayatma imkanı verdi. Bilişsel devrimin de ortaya çıkması ile birlikte küreselleşme en zirve noktasına ulaştı. Küreselleşmenin bir çok sebebi olabilir ancak en basit sebeble küreselleşme, fazla arzdan dolayı çıkmıştır diyebiliriz. Kapitalistler hep daha fazla üreterek daha fazla para kazanmayı amaçlamışlardı. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan inanılmaz çıktı artışı bir sorunu daha beraberinde getirmişti. Bu kadar malı ne yapacağız? Buna ilk çözüm yeni pazarlara açılmak oldu. Avrupalılar, kendi sanayisine besleyebilecek hammade ve pazar arayışı içerisinde idi. Avrupada merkantilist görüş hakim olduğu için dışarıdan mal girme ihtimalı kolay değildi bu yüzden avrupalılar mallarını satabilmek için avrupa kıtası dışına açılmak zorundaydılar ve çok bildiğimiz sömürge yarışı başladı. O zamanın hakim görüşü arz mutlaka talebi yaratır şeklinde idi. Avrupalılar, sömürgeleştirdikleri yerleri kendi ekonomilerine hizmet edecek şekilde dönüştürdü. Sadece ekonomik sistem değil aynı zamanda kendi kültürlerini de dayattılar ve böylelikle tüketim toplumu oluşturmaya çalıştılar. Kendi mallarını satabilmek için oldukça acımasızlardı. Britanyalılar, Hindistan'da kendi kumaşlarımın satılmadığını fark edince Hindistan'da kumaşla uğraşan zanaat ustalarını topladı ve onların kollarını kestiler böylelikle meşhur tarihi hint kumaşı zarar gördü ve kapitalistler çok daha iyi mallarını satabildi. Kapitalist ülkeler daha fazla mal ürettikçe, dünyadaki kaynakların kısıtlı olması sebebi ile sömürge yarışı daha da alevlendi ve bu durum sömürgeci ülkelerin daha fazla silahlanmasına sebeb oldu. Önemli kapital şirketler, bu silahlanma yarışından faydalanmak için daha büyük silah fabrikaları kurdular ve silahlanma yarışını daha da ateşlediler ve dolasıyla bu durum 1.dünya savaşının en önemli sebeblerinden biri oldu.
2.dünya savaşının sonuna kadar dünyanın süper gücü olan Britanya İmparatorluğu, sahip olduğu gücü kullanarak sanayileşmemiş ülkeleri dış pazarını açmaya zorluyordu. O zamanın güçlü imparatorlukları Osmanlı Baltalimanı Antlaşması ile, Çin afyon savaşları ile serbest ticarete açılmaya zorlanıp açık sömürge haline getirildi. Japonya ise Amerika'nın baskısı ile Kanagawa Antlaşması ile izalosyon dönemini bitirdi. Britanya sahip olduğu donanma gücü ile dünya ticaret güzergahlarını koruyor ve dünyanın her yerine askeri üsler kurmuştu lakin 2.dünya savaşından sonra dünyanın yeni süper gücü Amerika, Britanya'nın boşalttığı deniz hakimiyetini ve üsleri doldurdu. Yeni dünya düzeninde, Abd önderliğinde Bretton Woods sistemi benimsendi.
Bretton Woods sistemi ile ülkeler, serbest ticareti kabul ediyor ve uluslararası para birimi olarak doları kabul ediyordu. Bu sistemi diğer ülkelere daha kolay ısındırmak için IMF gibi kurumlar kuruldu. Yeni dünya düzeninde ABD; doları kontrol eden, ticaret güzergahlarını koruyan ve dünya liderliğini sahiplenen bir role bürünürken, diğer dünya ülkeleri bu nimetlerden faydalanıp kendilerini dış ticarete açtılar. Bu sistem olmadan önce anlattığımız gibi sömürgeler dönemi vardı. Ülkeler hammadde ihtiyaçları için başka ülkeleri işgal ediyordu çünkü kaynaklara ulaşmak zordu. Deniz ticaret hacmi bu kadar yaygın değildi zira sömürgeci ülkeler arasında büyük bir rekabet vardı ve böylesi gerilimin olduğu bir dönemde bu kadar rahat dış ticaret yapmak kolay değildi. Bretton Woods sistemi ile ABD, tek başına bunları korumayı garanti etti. Avrupa tarih boyunca hep büyük savaşlar görmüştü lakin bu sistemle birlikte ülkeler savaşmak yerine birbirleriyle ticaret yapıp uzlaşmaya ikna olmuşlardı. ABD küresel sistemin koruyucusu olarak Avrupayı hem madden hemde silahlı garantörü olarak destekledi. Avrupalılar, ABD'nin egemenliğini kabul etmişlerdi. Savunma harcamlarını kıstılar ve kendi sanayi yatırımlarına yöneldiler. ABD'ye karşı çıkan yegane büyük güç Sovyetler Birliği idi ancak ABD dominasyonu çok yüksekti. Öyle ki, 1950'lerde dünya üretilen 2 şeyden 1'i ABD'de üretiliyordu. Dünya ekonomisinin yarısından fazlası ABD'ye aitti. Hakimiyet gücünü anlamak için örnek vereyim. Günümüzde ABD küresel ekonominin yüzde 22-23'nü oluşturur. Bu dominasyona karşı çıkabilen yegane büyük güç Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği ekonomik olarak hiçbir zaman ABD'nin dengi olamadı hatta en baştan kaybeceği bir savaşa girmişti. Sovyetler Birliği, ABD ile rekabetin içinde kalabilmek için kendi GSYH'nin %25'ni savunmaya yatırıyordu ve sonuç olarak 1990'da Sovyetler Birliği dağıldı ve kapitalizmi kabul etti.
Peki, her şey böyle iken neden küreselleşmenin sonunun geleceğini düşünüyoruz? Çünkü ABD artık bu sistemin garantörlüğünü yapmak istemiyor. 1950'lerden bu yana ABD'nin küresel hacimdeki payı yarıdan fazla azaldı. Bu sistem en çok ABD'nin müttefiklerine yaramış gibi gözüküyor. Japonya'yı hayal edin. Savunmanız ABD tarafından korunuyor bu yüzden savunmaya pek masraf yapmak zorunda değilsiniz. Ülkeniz hammadde bakımından oldukça fakir bir coğrafyaya sahip. Japonya, gelişmiş sanayisini besleyebilmek için getirdiği hammadeyi bretton woods sistemine borçlu. Japonya Kuveyt'ten petrol satın alıyor ve bu gemiler bu petrolü Japonya'ya taşırken başlarına bir iş gelmiyor. Küreselleşmenin olmazsa olması güvenlik kontrolüdür. Eğer böyle bir sistem olmasa ve ABD bunun koruyuculuğunu üstlenmese, Japonya kendi konvoylarını korumak için kendi savaş gemilerini göndermek zorunda kalırdı bu da ticaret yapmanın maliyetini oldukça yükseltirdi ve ülkelere ekstradan savunma giderleri oluştururdu. Eğer böyle bir ortamda Japonya, küresel güçte bir donanmaya sahip değilse enerji kaynaklarının uzaklığı nedeniyle sanayisinin ihtiyaç duğduğu kaynaklara erişemiyeceğini ve sanayisinin çökeceğini varsayabiliriz.
ABD kendisini her zaman Avrupa'nın kurtarıcısı olarak gördü. Hem dünya savaşlarına sonradan girip yaptığı katkıdan dolayı hemde soğuk savaşta komünizmin avrupada yayılmasını engellediği için. Bununla birlikte ABD'yi her fırsatta bazı avrupa ülkelerini ve başkanlarını yeterince destek vermemek ve Rusya ve Çin gibi ABD'nin düşman gördüğü ülkelerle hem politik hem ekonomik yakınlaşmadan kaynaklı olarakta nankörlükle suçladığını görebilirsiniz. NATO toplantılarında avrupalı ülkelerin savunmaya yeterince yatırım yapmadığını vurguluyordu. Almanya'nın Ruslarla iyi ticaret ilişkileri kurması, Trump'ın NATO zirvesinde Merkel'e bağırması ile sonuçlanmıştı. Daha bir kaç gün önce Putin, baltık denizinin altından Almanya'ya giden doğal gaz boru hattının patlatılmasını ABD'ye bağlamıştı. ABD artık bu sistemin kendisi için zararlı olduğunu düşüyor. ABD dünyanın en büyük petrol üreticisi konumunda. Yaptıkları son yatırımlarla birlikte ABD kendi enerji kaynaklarıyla yüksek oranda kendi kendine yetebilen bir ülke oldu. Ülkenin doğusu tamamen Texas'tan çıkan petrolu taşıyan petrol boru hatlarıyla donatıldı yani ABD kendi kaynakları sayesinde tamamen küreselleşmeye bağlı bir ülke değil. Ayrıca küresel sistemin koruyuculuğunu üstlenmek, diğer memleketlerinde sorunlarını da ihraç etmek demekti. Son dönemlerde yükselen popülizmin etkisi ile de birlikte, ABD dahil hemen her ülke kendi iç kabuğuna çekilip kendi sorunları üzerine gitme eğiliminde. Küresel ısınma, yeşil dönüşüm ve dünyadaki açlık gibi küresel sorunlar yerine mülteci krizi en yaygın tartışılan konu olmuş durumda. İç dinamiğe baktığımız zamanda da durum değişmiyor. İnsanlar, şiddetle kendi kaynaklarının yalnızca kendileri için kullanılmasını talep etmekte. Ekonomik durum ve mülteci meseleleri insanların ana beklentisi olmuş durumda. Trump'ın sürekli çekilme çağrıları yapması da boşuna değil. ABD artık ticaret güzergahlarını koruyamacak ve yepyeni bir dünya düzenine gireceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder