Aşı karşıtlığı modern aşının bulunmasından önceye dayanıyor. Dünyanın en büyük salgınlarından olan çiçek hastalığı, bulaştığı her 10 kişiden 3'ünü öldürüyordu. 11.yy'da Çinli doktorlar hastalığın çaresini aramaya çalışırken çocuk yaşta geçirilen çicek hastalığın hem öldürmemesini hem de ilerleyen yaşlarda ömür boyu çiçek hastalığı geçirmediğini keşfediyorlar. Çinli doktorlar bunun üzerine hasta çocuklardan aldıkları deri örneğini toza çevirip küçük yaştaki çocukların burnuna sürmeye başladılar ve böylece yavaş yavaş toplumsal bağışıklık kazanmayı hedeflediler ve bu konuda başarılı oldular.
Bu teknik ilerleyen yıllarda Asyada, Anadoluda yayılmaya başlamış fakat Avrupaya gelmesi çok uzun sürmüştür.18.yy'da İngiliz elçisi Osmanlı'da çiçek hastalığı geçirdi. Osmanlı'da bu teknikle karşılaşan İngiliz elçisi, iyileştikten sonra İngiltere'ye dönerek bu yöntemi İngilizlere tanıttı. Böylece bu yöntem Avrupa'ya da ulaşmış oldu. Fakat kilise ve dindar kesim bu aşılama yöntemini hoş karşılamadı. Salgınların tanrının cezası olduğunu ve insanların vermesi gereken bir sınav olduğunu, tanrının işine karışılmaması gerektiğini, aşı yapan doktorların şeytana hizmet ettiğini gibi söylemler çıkartarak aşıya köstek olmaya çalıştılar fakat başarılı olamadılar. İnsanların çocuklarını ve sevdiklerine koruma arzusu daha ağır bastı.
1790'ların sonunda çiçek hastalığı Avrupa'yı harap etmiş, yılda yaklaşık 400bin kişinin ölümüne, sayısız kişinin sakat kalmasına yol açmıştı. O sırada bir köy doktoru olan Edwar Janner çiçek hastalığının kökenlerinı araştırırken köydeki genç kızların çiçek hastalığına yakalanmadığına fark etti. Sonradan Edward Janner, yakalanmayan kızların her gün süt sağdını keşfetti ve kızları muayene ettiğinde insanları öldüren çiçek hastalığı yerine ineklerden geçen inek çiçeği hastalığına yakalandıklarını keşfetti. Janner bunu fark ettikten sonra çocukların küçük yaşta direk çiçek hastalığına maruz bırakmak yerine daha hafif olan inek çiçeğinden örnekler alıp aşı haline getirdi ve 1798'de ilk çiçek aşısı ortaya çıkmış oldu. Tutucu kesim dini argümanlarla insanları aşıdan uzaklaştıramadığı için argüman değiştirip bu aşıyı olanların zamanla ineğe benzeyeceklerini hatta erkeklerin boğaya, kadınların ineğe karşı şehvet duyacağını söylüyorlardı fakat bu saçma iddialar yine tutmadı ve aşı git gide yaygınlaşmaya devam etti.
19.yy ortalarında Britanya, Osmanlı ve Amerika gibi ülkeler aşıyı zorunlu kılınca, aşı karşıtları daha da direnmeye başladı ve yine taktik değiştirip hak ve özgürlüklerden bahsetmeye başladılar hatta kurumsallaşıp birlik, dernek ve grup oluşturmaya başladılar. Kimse benim rızam olmadan çocuğuma aşı yaptıramaz. Benim bedenime kimse yabancı madde sokamaz.Liberal akımının git gide güçlendiğe ve dünya da egemen fikir olmaya başladığı dönemlerde, özgürlüklerimizi kısıtlayamazsınız gibi söylemler yavaş yavaş ülkelerde karşılık bulmaya başladı ve 20.yy başlarında Amerika'nın bazı eyaletleri olmak üzere bazı ülkeler zorunlu aşıyı kaldırdı bunun sonucunda ise yavaş yavaş bitmekte olan salgınlar tekrar cerayan edip binlerce insan ölünce bazı hükümetler yine aşıyı zorunlu hale getirdi. Sonralardan aşıların nörolojik sıkıntılara yol açtığı yada zeka geriliğine yol açtığı iddialar atılmaya başlandı. İngiltere'de aşılama 1974'te %81 iken 1980'de %31 düşmüştü yine bunun sonucunda 1981-83 yıllarında büyük bir boğmaca salgını baş gösterdi ve yine aşılar yapılmaya devam ettiği sürece aşı karşıtları iddialarını ısıtıp ıstıp önümüze koymaya devam ettiler. 2000'li yıllarda aşının otizme sebep olduğunu, aslında salgınlar bitmesine rağmen ilaç şirketleri para kazanmak için bizi aşı olmaya zorluyor gibi iddialar çıkmaya başladı.Bu iddiaların hepsi bilimsel olarak çürütüldüğü halde yeni yeni iddialar çıkmaya devam ediyor. Şuan bile aşıların kısırlaştırdığını ya da Bill Gates gibi karanlık güçlerin insanları kontrol altına alma çabası olarak görülüyor ve bu iddiaların hiç sonu gelmicek gibi görünüyor.
Yorumlar
Yorum Gönder